-
1 gönül
gönül acısı Liebeskummer m;gönül (oder gönlünü) almak jemanden erfreuen; jemandem Mut machen; jemandes Sympathie erwerben; jemanden (wieder) versöhnen;gönül borcu herzliche(r) Dank; Dankbarkeit f;gönül (oder gönlünü) bulandırmak jemandem Übelkeit verursachen; jemanden kränken; jemanden verdächtigen; Verdacht erwecken;gönül darlığı Beklommenheit f;gönül eğlendirmek sich vergnügen;gönül eri Spaßvogel m; fam fig ein fideles Haus;-e gönül etmek jemandem etwas (A) wünschen; (bestimmte) Absichten haben;-in gönlünü etmek jemanden zufrieden stellen; jemandes Zustimmung erhalten;gönül ferahlığı Sorglosigkeit f;gönül hoşluğu ile von Herzen gern; gütlich (Einigung);gönül işi Liebesaffäre f;-e gönül koymak böse sein (auf A);gönül okşamak jemandem gefällig sein, freundlich zu jemandem sein;-i gönlünden çıkarmamak jemanden nicht vergessen können;gönlü açık ohne Falsch;gönlü alçak bescheiden; friedfertig;(-de) gönlü kalmak: gönlüm kalır ich nehme (es) übel ( oder krumm);(-de) gönlüm kaldı (es) sagte mir sehr zu, ich war sehr angetan von D;-in gönlünü hoş etmek jemanden zufrieden stellen;gönlünden kopmak von Herzen (etwas) geben;-de gönlü olmak jemanden gern haben;-e gönlü olmak einverstanden sein mit; zufrieden sein mit;gönlü tez ungestüm;gönlümce nach meinem Geschmack; meinem Wunsch entsprechend;gönülden von Herzen -
2 gönül
- lü1) душа́, се́рдцеgönül işleri — серде́чные дела́
gönül maceraları — любо́вные похожде́ния
2) перен. жела́ние, охо́таokumağa gönülün var mı? — у тебя́ есть жела́ние учи́ться?
••gönül kimi severse güzel odur — посл. кого́ се́рдце полю́бит, тот и краси́в
gönül ferman istemez — погов. се́рдцу не прика́жешь
- gönül akıtmakgönül kocamaz — погов. душа́ не старе́ет
- gönül almak
- gönülünü almak
- gönül avlamak
- gönül bağlamak
- gönülü bulanmak
- gönül çekmek
- gönülü çekmek
- gönülü çelinmek
- gönülünü çelmek
- gönülden çıkarmak
- gönülden çıkarmamak
- gönülü çökmek
- gönülüne doğmak
- gönülüne dokunmak
- gönülünü düşürmek
- gönül eğlendirmek
- gönülünü etmek
- gönülünü yapmak
- gönülünden geçirmek
- gönülüne göre
- gönülünü hoş etmek
- gönül indirmek
- gönülü kalmak
- gönülü kanmak
- gönülü kararmak
- gönülünü kaptırmak
- gönülü kaymak
- gönülü kırılmak
- gönül kırmak
- gönülünden kopmak
- gönül okşamak
- gönülü olmak
- gönülünü pazara çıkarmak
- gönülü razı olmamak
- gönülünü serin tutmak
- gönülünü söndürmek
- gönülü takılmak
- gönülü varmıyor
- gönül vermek
- gönül yakmak
- gönülünü yaralamak
- gönül yıkmak
- gönülü yok -
3 gönül
",-nlü 1. heart; mind. 2. inclination, desire, willingness. -den 1. heartfelt, sincere. 2. most sincerely. -ünce after one´s own heart. - acısı pangs of love. -ü açık 1. openhearted, frank, sincere. 2. lighthearted, carefree, cheerful. - açıklığı 1. openheartedness, sincerity. 2. lightheartedness, carefreeness, cheerfulness. -ü açılmak to cheer up, become cheerful. - açmak to cheer up, make happy. -ü akmak /a/ to be enchanted by, be attached to, feel an attraction for. - alçaklığı humility, modesty. -ünü almak /ın/ 1. to please. 2. to restore relations with, apologize to and make up with. - avcısı (a) Don Juan; vamp. -ünü avlamak /ın/ to captivate, win (someone´s) love. - avutmak 1. to dally with love. 2. /la/ to resign oneself to (a lesser portion), content oneself with (little). - bağı bonds of love. - bağlamak /a/ to set one´s heart on. - belası trouble caused by love. - birliği unity of feelings. -ü bol generous-hearted. - borcu gratitude. - budalası hopelessly in love. -ünü bulandırmak /ın/ 1. to nauseate. 2. to raise (one´s) suspicions. -ü bulanmak 1. to feel sick at one´s stomach, be nauseated. 2. to get suspicious. - bulantısı 1. nausea. 2. suspicion. - çekmek to be in love. -ü çekmek /ı/ to desire. -ünü çelmek /ın/ to captivate, win (someone´s) love. -den/-ünden çıkarmak /ı/ to forget, cast (someone) out of one´s heart. -ü çökmek to have a breakdown in morale, give up. -ü daralmak to be distressed. - darlığı 1. distress. 2. intolerance. - delisi one who keeps falling in love. - dilencisi one who is so madly in love that he undergoes any humiliation to be near his beloved. -üne doğmak to have a presentiment. -ünün dümeni bozuk colloq. (one) who is not serious in his love affairs. - eğlencesi 1. pastime, amusement. 2. passing love affair, flirtation. - eğlendirmek /la/ 1. to amuse oneself with, have a good time (doing something). 2. to have a love affair with. - eri tolerant and sensible person. - esenliği peace of mind, repose. -ünü etmek/yapmak /ın/ 1. to persuade, induce, win (one´s) assent. 2. to please. - ferahlığı contentment. - ferman dinlemez. proverb The heart will always have its own way. -ü gani 1. generous. 2. contented. -ünden geçirmek /ı/ to want to do; to wish (something) to happen. -ünden geçmek to come to one´s mind, occur to one. -ü geniş tolerant. - gezdirmek/dolaştırmak to review the possible (pleasant) choices. -üne göre after one´s own heart. -ü gözü açılmak to be cheered up, feel revived. -ünü hoş etmek /ın/ to please, make (someone) contented. - hoşluğu ile/- rızasıyla willingly. -den ırak olmak not to be loved. -ü ile oynamak /ın/ to play with (someone´s) heart. -ü ilişmek/takılmak /a/ to be attracted by. - indirmek to be willing to do some job that is beneath one; to accept or do something that is beneath one, condescend to do something. - işi love affair. -ü kalmak 1. to feel resentment, feel hurt. 2. /da/ to long for. -ü kanmak to stop worrying, be set at ease. -ünü kapmak /ın/ to captivate, win (someone´s) love. -ünü kaptırmak /a/ to be captivated by. -ü kara malevolent. -ü kararmak to feel disgusted with life. -ünü karartmak /ın/ to make (someone) lose the joy of living. -ü kaymak /a/ to love, feel attraction for. -ü kırılmak (for one´s feelings) to be hurt. -ünü kırmak /ın/ to hurt the feelings of; to crush; to put (someone) down. - kimi severse güzel odur. proverb Beauty is a matter of individual taste. -den/-ünden kopmak to be given gladly: gönlünüzden ne koparsa what you feel like giving. - koymak /a/ to be upset by. - maskarası one who becomes a laughingstock because of a love affair. - okşamak to treat someone kindly. - okşayıcı pleasant, tender, loving. -ü olmak 1. /a/ to be willing to; to agree to, consent to. 2. /da/ to want to have, be in love with (something). 3. /da/ to love, be in love with (someone). -ünü pazara çıkarmak to fall in love with an unworthy person. - rahatlığı complete peace and co -
4 очаровывать
göñül almaq; meftün etmek; siirlemek -
5 увлечься
göñül bermek, berilmek, berilip (meraqlanıp) ketmek, aves etmek -
6 співчувати
göñül almaq, duyğudaşlıq etmek, qayğıdaş olmaq -
7 iki
два дво́йка (ж)* * *1.ikimiz — дво́е из нас
2.ikisi de — они́ о́ба
дво́йка ( цифра)3.со словами, оканчивающимися на -lı, -lık дву(х), обою́до-, двоя́ко-iki aylık — двухме́сячный
iki kanatlı kapı — двуство́рчатая дверь
iki kişilik — двухме́стный
iki partili sistem — двухпарти́йная систе́ма
iki taraflı trafik — двусторо́ннее движе́ние
iki taraflı kılıç — обоюдоо́стрый меч
iki taraflı sorgu — перекрёстный допро́с
••iki çıplak bir hamamda yakışır — посл. двум го́лым подходя́ще быть то́лько в ба́не ( двое бедняков не составят счастливую пару)
iki gönül bir olunca samanlık seyran olur — посл. с ми́лым рай и в шалаше́
iki karpuz bir koltuğa sığmaz — посл. нельзя́ выполня́ть одновреме́нно два де́ла
iki aslan bir posta yatmaz — посл. два медве́дя в одно́й берло́ге не зиму́ют
iki dinle bir söyle — посл. сло́во - серебро́, молча́ние - зо́лото
iki kaptan bir gemiyi batırır — посл. два капита́на на корабле́ пото́пят кора́бль
- iki arada bir derede kalmakiki tavşan birden avlanmaz — посл. за двумя́ за́йцами пого́нишься, ни одного́ не пойма́ешь
- iki ateş arasında kalmak
- iki ayağı bir pabuca sokmak
- iki de bir
- iki cami arasında kalmış beynamaz
- iki çift lâf etmek
- iki çift söz etmek
- iki dirhem bir çekirdek
- iki eli böğründe kalmak
- iki eli kanda olsa...
- iki eli yakasında olmak
- iki gözü iki çeşme ağlamak
- iki kat olmak
- iki kere iki dört eder
- iki lâfı getirememek
- iki sözü bir araya getirememek
- iki paralık etmek
- iki zahmetten biri
- iki sıfır lâf etmek
- iki sıfır lâf konuşmak
- iki tek atmak
- iki ucunu bir araya getirememek
- bir sözünü iki etmemek -
8 залечивать
iyi etmek* * *несов.; сов. - залечи́ть1) iyi etmek2) разг. tedavi ede ede canını çıkarmak••залечи́ть ра́ны, нанесённые войно́й — savaşın açtığı yaraları sarmak
залечи́ть серде́чную ра́ну — gönül yarasını tamir etmek
-
9 душа
ruh,can,gönül; kişi* * *ж1) врз ruh; can; iç; gönülчелове́к то́нкой души́ — ince ruhlu bir adam
у него́ душа́ поэ́та — şair ruhludur
у меня́ на душе́ неспоко́йно — içim rahat değil
найти́ себе́ рабо́ту по душе́ — gönlüne göre bir iş bulmak
рабо́тать с душо́й — canla başla çalışmak
2) разг. can kişiу него́ на иждиве́нии пять душ — beş can geçindiriyor
там нет ни души́ — orada bir tek can kalmadı, orada cinler cirit oynuyor
на ду́шу — adam başına
на ду́шу населе́ния — nüfus / kişi başına
••душа́ моя́! — canımın içi!
э́то был поэ́т в душе́ — ruhan bir şairdi
он смея́лся от души́ — içinden gelerek gülüyordu
от всей души́ — candan yürekten
откры́ть кому-л. свою́ ду́шу — ruhunu açmak
отда́ть бо́гу ду́шу — ruhunu teslim etmek
ско́лько душе́ уго́дно — canının istediği kadar
пе́сня брала́ за́ душу — şarkı içine işliyordu insanın
-
10 حزن
Iحَزَّنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzmek2. incitmekAnlamı: kırmak, üzmek3. zehretmek4. üzmekAnlamı: üzüntü vermekIIحَزَن1. üzgünlükAnlamı: neşesizlik, üzgün olma durumu2. mutsuzlukAnlamı: mutsuz olma durumu3. üzgüAnlamı: cefa, eza, eziyet, yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı4. korkuAnlamı: kaygı, üzüntü5. merakAnlamı: kaygı, tasa6. ezgiAnlamı: üzüntü, sıkıntı7. azapAnlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı8. kasvetAnlamı: sıkıntı, iç sıkıntısı9. depresyonAnlamı: ruhî çöküntü10. mahzunlukAnlamı: mahzun olma durumu11. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü12. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku13. hüzünAnlamı: gönül üzgünlüğü, keder, gam14. gamAnlamı: tasa, kaygı, üzüntü15. kahırAnlamı: derin üzüntü ve acı16. kaygıAnlamı: üzüntü, tasa17. kasavetAnlamı: üzüntü, tasa18. teessürAnlamı: üzülmeحَزَنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzülmek2. efkârlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek3. gamlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak4. kahırlanmakAnlamı: çok ve için için üzülmek5. kaygılanmakAnlamı: kaygı duymak6. kederlenmekAnlamı: kederli olmak, üzülmek7. mahzunlaşmakAnlamı: üzülmek8. hüzünlenmekAnlamı: hüzün duymak, hüzünlü duruma gelmek9. çırpınmakAnlamı: acı ile kıvranmak10. kahrolmakAnlamı: çok üzülmek11. tasalanmakAnlamı: üzülmek, kaygılanmak12. zehrolmak13. kıvranmakAnlamı: acı çekmekIVحَزِن1. mutsuzAnlamı: mutlu olmayan, bedbaht2. neşesizAnlamı: üzgün, düşünceli3. mahzunAnlamı: üzgün, üzüntülü4. efkârlıAnlamı: tasalanmış, tasalı, kaygılı5. melülAnlamı: üzgün6. gamlıAnlamı: kaygılı, tasalı7. zavallıAnlamı: acınacak kadar kötü durumda bulunan, mutsuz8. üzüntülüAnlamı: acılı, üzüntüsü olan, müteessir9. bedbahtAnlamı: mutsuz, bahtsız, talihsiz10. dertliAnlamı: derdi olan kimseVحَزِنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzülmek2. efkârlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek3. gamlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak4. kahırlanmakAnlamı: çok ve için için üzülmek5. kederlenmekAnlamı: kederli olmak, üzülmek6. kaygılanmakAnlamı: kaygı duymak7. mahzunlaşmakAnlamı: üzülmek8. çırpınmakAnlamı: acı ile kıvranmak9. bunalmakAnlamı: çok sıkılmak10. hüzünlenmekAnlamı: hüzün duymak, hüzünlü duruma gelmek11. kahrolmakAnlamı: çok üzülmek12. tasalanmakAnlamı: üzülmek, kaygılanmak13. zehrolmak14. üzülmekAnlamı: üzüntü duymak, kaygılanmak15. korkmakAnlamı: kaygı duymak, endişe etmek16. kıvranmakAnlamı: acı çekmekVIحُزْن1. mutsuzlukAnlamı: mutsuz olma durumu2. üzgüAnlamı: cefa, eza, eziyet, yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı3. ezgiAnlamı: üzüntü, sıkıntı4. azapAnlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı5. depresyonAnlamı: ruhî çöküntü6. mahzunlukAnlamı: mahzun olma durumu7. kasvetAnlamı: sıkıntı, iç sıkıntısı8. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü9. hüzünAnlamı: gönül üzgünlüğü, keder, gam10. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku11. kahırAnlamı: derin üzüntü ve acı12. gamAnlamı: tasa, kaygı, üzüntü13. kaygıAnlamı: üzüntü, tasa14. kederAnlamı: acı15. kasavetAnlamı: üzüntü, tasa16. teessürAnlamı: üzülme -
11 hatır
1) па́мятьhatırından çıkmak — вы́лететь / вы́скочить из головы́, запа́мятовать
hatırına bir şey gelmesin — не поду́май ничего́ плохо́го
hatırına gelmek — вспо́мнить
hatırına getirmek — напо́мнить кому
hatırında kalmak — сохраня́ться в па́мяти
hatırında olmak — по́мнить, не забыва́ть
hatırlarda olmak — остава́ться в па́мяти люде́й
hatır[ın]da tutmak — держа́ть в голове́, сохраня́ть в па́мяти
hatırdan uzak tutmamak — не забыва́ть
2) уваже́ние (оказываемое кому-л.); почти́тельное отноше́ние, почте́ниеhatır etmek — уважа́ть, ока́зывать уваже́ние
gönül bilmemek / saymamak / tanımamak — а) вести́ себя́ гру́бо / неуважи́тельно; б) не счита́ться с чьим-л. мне́нием
hatırını hoş etmek — ува́жить, доста́вить уваже́ние
hatırını saymak — пита́ть уваже́ние к кому; почита́ть кого
••- hatır ve hayale gelmemekhatır için çip tavuk yenir — посл. из уваже́ния мо́жно да́же сыру́ю ку́рицу съесть
- hatırı kalmak
- hatırını kırmak
- hatır sormak -
12 yarım
1.полови́на2.недоста́точный, полови́нчатыйyarım iş — незавершённая / незако́нченная рабо́та
3.yarım bilgi — недоста́точные / пове́рхностные зна́ния
пол, полуyarım ton — полуто́н
yarım uyku — полусо́н
yarım yıl — полуго́дие
••- yarım bırakmakyarım elma gönül alma — посл. мне не до́рог твой пода́рок, дорога́ твоя́ любо́вь
- yarım elmanın yarısı o
- yarısı bu
- yarım kalmış
- yarım pabuçlu
- yarım sağ etmek
- yarım sol etmek -
13 поддержать
1) (не дать упасть) tutmaq, tutıp turmaqподдерживать больного под руку - hastanı qolundan tutmaq2) (помочь) desteklemek, yardım etmek, yardım köstermek, göñül kötermek3) (выступить в защиту) imaye etmek, qorçalamaq4) (не дать прекратиться) devam ettirmek, saqlamaq -
14 taltif
-
15 أسى
Iأَسَّى1. geçindirmekAnlamı: geçinmesini sağlamak2. arkalamakAnlamı: arkasına almak, desteklemek, yardım etmek3. avutmakAnlamı: teselli etmek, bir kimsenin acısını yatıştırmakIIأَسَى1. mutsuzlukAnlamı: mutsuz olma durumu2. üzgüAnlamı: cefa, eza, eziyet, yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı3. ezgiAnlamı: üzüntü, sıkıntı4. mahzunlukAnlamı: mahzun olma durumu5. azapAnlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı6. depresyonAnlamı: ruhî çöküntü7. kasvetAnlamı: sıkıntı, iç sıkıntısı8. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü9. elemAnlamı: dert, acı10. işkenceAnlamı: eziyet11. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku12. hüzünAnlamı: gönül üzgünlüğü, keder, gam13. kahırAnlamı: derin üzüntü ve acı14. gamAnlamı: tasa, kaygı, üzüntü15. eziyetAnlamı: aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü16. kasavetAnlamı: üzüntü, tasa17. kaygıAnlamı: üzüntü, tasa18. ezinçAnlamı: şiddetli acı ve sıkıntı, azap19. teessürAnlamı: üzülme20. acı -
16 atone
v. telâfi etmek, gönül almak* * *1. karşılığını öde 2. telafi et -
17 Herz
leichten Herzens gönül rahatlığıyla;schweren Herzens -in içine sinmeden;fam jemandem das Herz brechen b-nin dünyasını karartmak;sich (D) ein Herz fassen cesaretini toplamak;jemandem etwas ans Herz legen b-ne bş-i tavsiye etmek;etwas auf dem Herzen haben bir derdi olmak;ins Herz schließen -i bağrına basmak;mit ganzem Herzen bütün kalbiyle;es nicht übers Herz bringen zu -meye yüreği dayanmamak;von Herzen gern canü gönülden;von Herzen kommend -in içinden gelerek;sich (D) etwas zu Herzen nehmen bş-i fazla ciddiye almak;sie sind ein Herz und eine Seele onların içtikleri su ayrı gitmez -
18 hatır
hatır1 Gedächtnis n;-in hatırıma gelmek: sorduğunuz hatırıma gelmiyor ich komme nicht darauf, was Sie fragten oder ich kann mir nicht denken, was Sie meinen;… hatırımda … habe ich behalten;hatırında kalmak (oder tutmak) behalten, sich entsinnen (G);hatırımda kaldığına göre soweit ich mich erinnere;-in hatırından çıkamamak jemandem (eine Bitte) nicht abschlagen können;hatırından geçmemek sich nicht erinnern können (an A)hatır2 Achtung f, Respekt m; Gefühl n, Ehrgefühl n, Innere(s); Befinden n;-i hatır almak jemanden freundlich stimmen;hatır gönül bilmemek (oder saymamak) kompromisslos sein;hatır(ı) için um (seinet)willen, aus Rücksichtnahme (auf ihn);hatır(ı) kalmak böse sein, gekränkt sein;hatır senedi ÖKON Gefälligkeitsakzept n;hatır sormak nach jemandes Befinden fragen;-in hatırını hoş etmek jemandem Freude machen; jemanden achten;-in hatırını kırmak jemanden kränken;hatırını saymak jemandem Ehre erweisen -
19 душа
1) can, ruh, göñül, qalp произн. къальп, yürek, dil2) (разг. человек) kişi, adam, canна улице ни души - soqaqta kimse yoq3) (единица населения) can, kişiна душу населения - can (adam) başına, bir kişigeговорить по душам - samimiy (açıq-açıqtan) laf etmek (qonuşmaq)душа моя - canım, cigerimдуши не чаять - candan sevmekоткрыть душу - göñlüni (yüregini) açmaqсколько вашей душе угодно - canıñız istegeni qadar, ne qadar isteseñizу меня душа ушла в пятки - ötüm patladı -
20 göz
göz s1) Auge nt\göz alabildiğine so weit das Auge reicht\göz almak blendenbir şeyi \göz ardı etmek etw ignorieren [o nicht beachten], etw außer Betracht lassen, etw unberücksichtigt lassenbiriyle \göz \göze Auge in Auge mit jdm\göz göre göre vor aller Augen\göz görmeyince gönül katlanır ( fig) was ich nicht weiß, macht mich nicht heiß\göz kırpmak mit den Augen zwinkernbir şeye \göz koymak es auf etw abgesehen habenbir kimseye/şeye \göz kulak olmak auf jdn/etw aufpassen, auf jdn/etw achtenbir şeyi \göz önüne almak ( fig) etw ins Auge fassen; ( dikkate almak) etw berücksichtigen, etw in Betracht ziehen\göz yummak ( fam) ein Auge zudrücken, dulden (-e)\gözden geçirmek durchsehenbirini \gözden gönülden çıkarmak ( fig) jdn abschreiben\gözden ırak olan gönülden de ırak olur ( prov) aus den Augen, aus dem Sinnbirini \gözden kaybetmek jdn aus den Augen verlieren\göze \göz, dişe diş Auge um Auge, Zahn um Zahn\göze almak wagen, riskieren\göze batmak ins Auge stechen\göze çarpmak ins Auge fallen, auffallen\gözleri iyi görmek/görmemek gute/schlechte Augen haben\gözlerim karardı mir wurde schwarz vor Augen\gözlerine inanamadı er traute seinen Augen nicht\gözlerini bir şeye/kimseye dikmek sein Augenmerk auf etw/jdn richtenbirini \gözü çok tutmak/hiç tutmamak viel/nichts von jdm haltenbir şeyi \gözü kapalı yapabilmek ( fig) etw im Schlaf können\gözü morarmış olmak ein blaues Auge habenbir şeyde \gözü olmak ( fig) etw im Auge haben\gözü sönmek das Augenlicht verlierenbir işi \gözü ye(me) mek sich etw (nicht) trauen\gözü yükseklerde olmak ( fig) hoch hinauswollen\gözümden kaçmadı es ist mir nicht entgangenbirini \gözünden kaçırmamak jdn nicht aus den Augen verlierenbir şey \gözüne kaçmış olmak etw im Auge haben\gözüne uyku girmemek ( fig) kein Auge zutun\gözünü açık tutmak die Augen offen haltenbirinin \gözünü açmak ( fig) jdm die Augen öffnen\gözünü dört açmak ( fig) gut aufpassen, wachsam sein\gözünü kırpmadan ( fig) ohne mit der Wimper zu zuckenbirinin \gözünü korkutmak ( fig) jdn einschüchternbir şeyi \gözünün önünden geçirmek ( fig) etw Revue passieren lassen, etw durchspielenbir şeyi \gözünün önüne getirmek ( fig) sich etw vor Augen führenbütün gece \gözüme uyku girmedi ( fig) ich habe die ganze Nacht kein Auge zugetançıplak \gözle mit bloßem Augeherkesin \gözü önünde vor aller Augenonu kendi \gözümle gördüm ich habe es mit eigenen Augen gesehen2) Blick m\göz atmak einen Blick werfen (-e auf)geçerken içeriye bir \göz attı beim Vorbeigehen warf er einen Blick hineinhaberlere bir \göz atmak einen Blick auf die Nachrichten werfenkem \göz der böse Blick3) (torpido \gözü) Fach nt
- 1
- 2
См. также в других словарях:
gönül — is., nlü 1) Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı Gönüllerin birbirine kaynaştığı o günler millî bayramlarımızdan biriydi. O. S. Orhon 2) mec. İstek, arzu Okumaya gönlün var mı? Birleşik Sözler gönül avcısı gönül … Çağatay Osmanlı Sözlük
gönül (veya gönlünü) almak — 1) sevindirmek 2) kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek Çok yüklendiler zavallıya, biraz da gönlünü almalı... T. Buğra … Çağatay Osmanlı Sözlük
gönül okşamak — birini hoş bir söz veya davranışla sevindirmek, iltifat etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
ileri geri konuşmak (veya söz etmek veya laflar etmek) — yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak Böyleydi, ilkin coşar tartışır, ileri geri konuşurdu. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
taltif etmek — 1) gönül okşamak Bundan dolayı beni taltif etmeniz lazım gelirdi. R. N. Güntekin 2) nişan, madalya vb. vermek 3) ödüllendirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
tarif etmek — tanımlamak Bu toplantıdan nasıl bir gönül bulantısıyla çıktığımı tarif edemem. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
hatır gönül yapmak — birini tutum ve davranışlarıyla mutlu etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
IYAF — Gönül dönmek. * Mütereddit olmak, kararsızlık, tereddüt etmek. * Tiksinmek, iğrenmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
göz — is., anat. 1) Görme organı 2) Bazı deyimlerde, görme ve bakma Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin. 3) Bakış, görüş Bu sefer alacaklı gözüyle baktım. 4) Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak Asıl felaket bu pınara sırt… … Çağatay Osmanlı Sözlük
iç — is. 1) Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Ç. Altan 2) Oyuk şeylerin boşluğu 3) Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta Tahtanın içi… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hatır — is., Ar. ḫāṭir 1) Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl, yâd 2) Gönül, kalp Sakın hatırını kıracak bir şey söyleme. 3) Birine karşı duyulan saygı, sevgi Hatırınız için bu işi yaptım. 4) Durum, keyif, hâl Hatırını sormak. Birleşik Sözler… … Çağatay Osmanlı Sözlük